Ekopsikoloji ve ekoterapi nedir?
İnsan evrimi boyunca doğanın bir parçasıydı. Güneşi ve yıldızları izledi, yaprakların tadına baktı, toprağı kokladı, çıplak ayakla yürüdü, çamuru elledi, hayvanların sesini dinledi. Endüstriyelleşmeyle beraber bir ve tek olan bu ilişkimiz şekil değiştirmeye başladı. Yarattığımız yeni kültür doğayı bizden ayrı ve üstünlük kurduğumuz bir nesneler topluluğu olarak algılamamıza neden oluyor. İnsan doğayı evcilleştirmek için çabalayıp duruyor. Sonunda akarsular evimizdeki borulara taşındı, şehir ışıkları yıldızların yerine geçti, toprağın şifalı besinleri tehlikeli kimyasallarla kaplandı, beraber yaşadığımız canlılar insanların kaynaklarına dönüştü. Ama doğadan aldıklarımız hâlâ yeterli olmuyor.
Gezegene uyguladığımız bunca şiddet kendimize de yöneliyor. Doğaya nasıl davranıyorsak kendimize de öyle davranmış oluyoruz. Tüketim alışkanlıklarımızla yavaş yavaş yok ettiğimiz bu gezegen üzerinde kaygılarla yaşamaya başladık. İnkar ettiğimiz duygular madde bağımlılıkları, yabancılaşma, yeme ve uyku bozuklukları, kaygı ve duygu durum bozuklukları gibi ruhsal şikâyetler olarak geri döndü. Yine de bazılarımız yaşadığımız zorlayıcı durumların bizi yeryüzünün geri kalanından ayıran bu yapıdan kaynaklandığını fark edebiliyoruz. Parçası olduğumuz doğayla aramızda çok güçlü bir duygusal bağ var. Bu bağların güçlenmesi kaybettiğimiz anlamları yeniden bulmamıza yardımcı olabilir.
Yeryüzü ve ruh sağlığı buluşuyor
İnsanla doğanın yüzyıllar içinde gelişen ilişkisine dair yapılan bu gözlemler ışığında, ’90’ların başında Berkeley’de bir grup aktivist ve akademisyen psikolojiyi ve çevreciliği bir araya getiren yeni bir alana dair içgörüler ve uygulamalar geliştirdiler. Bu alana dair ilk kitap “Ekopsikoloji: Dünyayı Onarmak, Ruhu İyileştirmek” adıyla 1995 yılında Theodore Roszak, Mary E. Gomes ve Allen D. Kanner editörlüğünde yayımlandı. Araştırmacılar modern toplumlardaki bireylerde görülen ruhsal sorunlarla yaşadığımız yeri ve gezegende beraber yaşadığımız diğer canlıları yok eden tutumlarımız arasında bir ilişki olduğunu gözlemlediler. Bu nedenle ekopsikoloji psişenin, doğanın ve içiçe geçmiş daha karmaşık ilişkilerimizin etkileşimini inceler.
Ekopsikojinin uygulama alanı olan ekoterapi ise doğanın insan üzerindeki etkisinin yok sayılamayacağını vurgular ve insanın yaşadığı yerle, ayak bastığı topraklarla ve insan dışı dünyayla kurduğu tüm ilişkileri göz önüne alır.
Daha kapsamlı bir bakış
Her zaman iyi ilişkiler kurmanın temelinde sağlıklı bir iletişim olduğunu söylüyoruz. Ekoterapi alanında uzmanlaşmış psikoterapistler de kişinin tüm bu ilişkilerinde sağlıklı bağlar kurmasına eşlik eder. İyilik halinin bir parçası da derin denizlerle konuşmak, yaşlı ağaçları dinlemek, yeni sürülen tarlaları gözlemlemek, suya dokunmak, gün ışığını izlemek ve bunların içimizdeki yansımalarını araştırmaktır. Dış dünyayı deneyimleme şeklimiz iç dünyamızın tabiatıyla ilgili bize birçok ipucu verir. Psişemiz doğada yansıma bulur. Doğada kişiliğimize dair ifade ve işaretleri, yaşantılarımıza ve düşünce döngülerimize dair dinamikleri ve sembolleri bulabiliriz.
Geniş bir spektruma sahip ekoterapi, doğayla yeniden bağ kurma, bahçecilik terapisi, hayvan eşlikli terapi, yaban hayatı deneyimi, sosyal aktivizm gibi yöntemlerle sistematik ve disiplinli olarak ruh, zihin, beden ve doğa arasında iyileştirici gücü açığa çıkarmayı hedefler. Koruyucu ve önleyici ruh sağlığı çalışmalarında doğayla geliştirilen derin ilişkiler ruhsal dayanıklılığı artıran güçlendirici bir rol oynar.