Yabancı
Albert Camus
Böyle listelerin Rus ya da Fransız bir yazarla başlaması gelenektir. Hem bu geleneği bozmamak hem de kitabı ilk okumamın üzerinden 15 sene geçtikten sonra geçen ay tekrar okuduğum için ilk sırayı Albert Camus’ye vermek istedim. Geçen ay okurken “Ya ben ‘Yabancı’ diye başka bir kitap okudum ya da 15 sene önce bu kitabı okuyan kişi ben değildim” diye düşündüm. İyi edebiyat böyle bir şey, o değişmeden kalıyor ve yıllar içinde size ne kadar değiştiğinizi fark ettiriyor.
Küçük Prens
Antoine de Saint-Exupéry
“Küçük Prens” çocukluğumuza atılmış bir çapa gibidir. “Küçük Prens”siz bir ev olmamalıdır ve şapka sandığımız şeyin aslında fil yutmuş bir yılan olabileceği unutulmamalıdır.
Kitaplığınızda “Küçük Prens”in en yakın arkadaşı Samed Behrengi’nin “Küçük Kara Balık”ıdır. İkisini yan yana koyarsanız, o rafa baktıkça hep gülümsersiniz.
İnsan Olmak
Engin Geçtan
Psikiyatrist ve yazar Engin Geçtan’ın her evde bulunması gerektiğini düşündüğüm kitabı “İnsan Olmak”, eşine az rastlanır bir akıcılıkla ve sadelikle insan davranışlarını açıklıyor.
Mesela altını çizdiğim bölümlerden biri:
“Birçok insan belirli bir olay gerçekleşirse mutlu olacağı yanılgısındadır. Mutluluğun kendilerini bulmasını bekler ve mutluluğa ‘bir şeyler yaşanarak’ ulaşılabileceğini göremezler. Bir şeyler yaşamak, bir şeylerle ‘birlikte yaşamak’ anlamına gelir. Duygular insanın içinde oluşan bağımsız yaşantılar değil, dış dünyayla birlikte yaşarken insanın içinde oluşan olgulardır.”
Kâtip Bartleby
Herman Melville
“Moby Dick”in yazarı Herman Melville’in bu kısacık öyküsü hayatımıza unutulmaz bir karakter katıyor. Kâtip Bartleby, “Yapmamayı tercih ederim” diyerek modern dünyaya ve ezberlenen değerlere karşı sergilediği özgün duruşuyla gerçek bir ilham kaynağı.
Romanın da anlatıcısı olan avukatın yanında kâtip olarak çalışmaya (!) başlayan Bartleby’nin dramatik sonuna doğru adım adım gidişi, etkisinden kolay kolay kurtulamayacağınız bir hikâye.
Ah’lar Ağacı
Didem Madak
Kütüphanede elbette bir şiir kitabı olacak, şiir kitabı olacaksa da Didem Madak’ı öncelikle şöyle başa koyalım, “Ah’lar Ağacı”nın meyvesi bol, gölgesi serin.
Dava
Franz Kafka
Bir elimde “Dönüşüm”, bir elimde “Dava”. Gregor Samsa’yı geride bırakmak zor olsa da Joseph K.’nın hikâyesi içimde bir adım daha öne çıkıyor. Kafka’nın bir dava peşinde bizi zihnimizin koridorlarında sürüklediği bu romanıyla tanıştıktan sonra, ömrünüz boyunca davanız ne olursa olsun Joseph K. aklınızda olacak.
Kitabı kütüphanenize koyduysanız, Orson Welles’in yönettiği ve oynadığı 1962 yapımı “Dava” filmini de film arşivinize eklemenizi öneririm.
Doğu Ekspresinde Cinayet
Agatha Christie
Belçikalı dedektif Hercule Poirot’nun gri hücrelerinden yoksun bir kütüphane düşünmek mümkün mü? Agatha Christie’nin Pera Palas’ta kalırken yazdığı iddia edilen bu kitabı, dedektif romanlarının keskin sınırlarla ayrılmış iyi ve kötü tanımlarını sorgulaması ve ister istemez kendimizi Hercule Poirot’nun yerine koymamızı sağlaması açısından serinin diğer kitaplarından ayrılıyor.
Bir de kendinizi -düzen düşkünü- Hercule Poirot’nun yerine koymuşsanız, ansızın kitapları boy sırasına göre dizmeye başlayabilirsiniz.
Bin Dokuz Yüz Seksen Dört
George Orwell
Dünya henüz “1984”ü tedirginlik hissetmeden okuyabileceğimiz kadar kaygısız olabildiğimiz bir yer değil. George Orwell, “1984”te insan davranışlarının, duygu ve düşüncelerinin kontrol altına alındığı, baskılandığı bir dünya kuruyor. Kitap rafınızda durduğu sürece “2+2”nin kaç ettiğini sorgulamaya devam edeceksiniz. Çünkü siz farkında olmadan beyniniz öyle bir yıkanabilir, gerçekler öyle çarpıtılabilir ki “2+2=5” olmaya başlar.
Distopik romanları zaten çok seviyorum diyorsanız Ayn Rand’ın “Ben” romanını da öneririm.
Dorian Gray’in Portresi
Oscar Wilde
Oscar Wilde’ı tanıdığım ilk kitap çocuk öyküsü olarak okuduğum “Mutlu Prens”ti. “Deniz Kızı Sirenetta”dan sonra ağladığım ikinci kitap da o olmuştu. “Mutlu Prens”in etkisiyle küçük yaşta Oscar Wilde’a bir bağlılığım oluştu. “Dorian Gray’in Portresi”yse zihnimi bambaşka sorularla dolduran, hâlâ ara sıra açıp Lord Henry’nin pasajlarını okuma isteği uyandıran bir kitap.
2014 yılında Everest Yayınları’ndan çıkan “Açıklamalı ve Sansürsüz Basım”ı ise zengin ekleriyle bibliyofillerin ilgisini çekebilir.
İçimizdeki Şeytan
Sabahattin Ali
Bireyin kendiyle ve toplumla ilişkilerine dair çarpıcı gözlemler Sabahattin Ali romanlarının vazgeçilmezi. Ömer, Macide, Bedri aşk üçgeninde ve anlatılan toplumsal değişimler çerçevesinde, biz de içimizdeki ve dışımızdaki şeytanları sorguluyor, seçimlerimizin ve davranışlarımızın sorumluluğunu alma, birey olma üzerine düşünüyoruz.
Macbeth
William Shakespeare
Üstün meziyetleri övülen Komutan Macbeth’in kral olma hırsına kapılması ve kan dökerek zorla elde ettiği krallığı gaddarca yönetmeye başlamasının anlatıldığı bu oyunda iki ebedi ve evrensel tema ağırlık kazanıyor; hırs ve vicdan. Lady Macbeth’in kanlı elleri ve cadıların kehanetleri fırtınalı havalarda okumak için ideal.
Hırs ve kehanetler söz konusu olunca aklıma hemen Puşkin’in “Maça Kızı” da geliyor diyerek listeyi minik minik genişletiyorum. “Maça Kızı”nda söz konusu bir krallık değil, sıradan insanın kumar tutkusu olsa da hırsın dönüştürdüğü insan ruhunu ele alışı Shakespeare’in büyülü atmosferiyle benzerlik gösteriyor.
İnsanın Anlam Arayışı
Victor E. Frankl
“İnsanın Anlam Arayışı”nda psikiyatrist Victor E. Frankl, Auschwitz Toplama Kampı’nda yaşadığı deneyimden yola çıkarak insanın varoluşunun anlamının farkına varması üzerine yazıyor ve geliştirdiği logoterapi yöntemini açıklıyor.
“Logoterapiye göre bu yaşamın anlamını üç farklı yoldan keşfedebiliriz: 1. Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak; 2. Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek; 3. Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek. Bunlardan ilki, yani başarı yolu, oldukça açıktır. İkinci ve üçüncüsü ise biraz daha ayrıntı gerektirmektedir.”
İnsanın Anlam Arayışı
Victor E. Frankl
Kolombiyalı yazar Gabriel García Márquez’in gençken tanık olduğu bir cinayetten esinlenerek yazdığı “Kırmızı Pazartesi”, daha ilk cümlesinde kahramanı Santiago Nasar’ın nasıl ve ne zaman öldürüleceğini açıklıyor. Romanın sonuna kadar soluk almadan Santiago’yu takip ediyor ve göz göre göre öldürülmesine şahit oluyoruz.
Gabriel García Márquez, büyülü gerçekçilik tarzında yazdığı ilk romanı “Yüzyıllık Yalnızlık”ta olduğu gibi bu romanda da hikâyeyi kehanetler ve rüyalarla büyülü bir havaya sokuyor.
Değişme
Michel Butor
Bu sene 90 yaşına basacak olan Fransız yazar Michel Butor’un 1957 yılında yazdığı bu etkileyici roman, trenle Paris’ten Roma’ya gitmekte olan bir adamın yolculuk boyunca yaşadığı değişimi anlatıyor. Karısından boşanıp, Roma’da tanıştığı genç metresine Paris’te yaşamayı teklif etmeyi düşünerek trene binen Léon Delmont, 22 saatten kısa süren yolculuğu boyunca gözlemlediği, denk geldiği sıradan olayların uyandırdığı çağrışımlar ve sorgulamalar sonucunda trenden bambaşka planlarla iniyor.
Roman, çevremizde hiç tanımadığımız insanların rutin davranışlarından ya da tesadüfi karşılaşmaların uyandırdığı düşüncelerden nasıl etkilendiğimizi anlamamız açısından etkileyici. Michel Butor’un klasik edebiyatta anlatıcı rolündeki üçüncü ve birinci tekil şahıs kullanımının dışına çıkarak ikinci çoğul şahısla yarattığı özgün dil de dikkat çekiyor.
Hayvanlardan Tanrılara: Sapiens
Yuval Noah Harari
Günümüz “insan”ına dönüşme serüvenimizi sade bir dille anlatan tarihçi Yuval Noah Harari’nin bu kitabı davranışlarımızın, sosyal yaşantılarımızın ve dünya algımızın evrensel temelleri üzerine farklı bir bakış açısı sunuyor.
Kitabı bitirdiğinizde homo sapiens’liğimizden gurur mu duyacaksınız, hicap mı duyacaksınız bilmiyorum ama türümüzün geleceğine ilişkin düşüncelere kapılacağınız kesin.
Aylak Adam
Yusuf Atılgan
Selim İleri, “‘Aylak Adam’ bence mutsuzluğun romanıdır” der.
Ben de romanın başkarakteri C.’yi, az kalsın mutlu olabilecek bir adam olarak düşünmeyi severim. Toplumun genel kurallarını, ahlak anlayışını, insanların ezbere davranışlarını eleştiren ve kendisiyle diğerleri arasında farklılıkların altını çizen “Aylak Adam”, hem psikolojik derinliği hem de yazım ve düşünce üslubundaki zenginliği açısından yıllar geçtikçe tekrar tekrar ele alınabilecek bir roman.
Genç Bir Romancının İtirafları
Umberto Eco
İlk romanı “Gülün Adı”nı 48 yaşındayken yayımlayan ve çağımızın önemli entelektüellerinden biri olan Umberto Eco, yazarlık serüveni üzerine yazdığı bu kitabında hem kendi metotlarını hem de dünya edebiyatında öne çıkan eserlerle ilgili görüşlerini paylaşıyor.
Aynı zamanda dilbilim ve göstergebilim alanlarında da çalışmalar yapan romancının bakış açısından edebiyat karakterlerini değerlendirmek, okuduğunuz kitaplarla ilgili size farklı bakış açıları kazandıracak.
Bülbülü Öldürmek
Harper Lee
Çoğunluğun fikirlerine uymadan kendi doğrularınızı savunabilmeye cesaretiniz var mı? “Güney Alabama’nın Jane Austen’ı olmak isterdim” diyen Harper Lee’nin dünyaca ünlü ilk romanı “Bülbülü Öldürmek”, küçük bir kız olan Scout Finch’in gözünden ayrımcılığı, önyargıları ve eşitsizliği, ardında iyimser bir tat bırakarak anlatıyor. Harper Lee’nin küçükken yaşadığı benzer bir olaydan yola çıkarak yazdığı romanda Scout Finch, bir siyahın beyaz bir kadına tecavüz etmekle suçlandığı olaylar çerçevesinde dünyayı sorgulayarak olgunlaşıyor.
Harper Lee’nin babası gibi avukat olan Scout Finch’in babası Atticus Finch, 1962 yılında aynı adlı filmde Gregory Peck tarafından canlandırıldı. Söylemeden geçemeyeceğim, özellikle Gregory Peck’in mahkemede yaptığı savunma sahnesiyle de öne çıkan film, sinema tarihinin mutlaka izlenmesi gereken filmlerinden biri.
Godot’yu Beklerken
Samuel Beckett
İstanbul Şehir Tiyatroları’nda Savaş Dinçel ve Engin Alkan’ın oynadığı “Godot’yu Beklerken”i izledikten sonra tanışmış oldum Samuel Beckett’le. Yıllar sonra, izlediğim oyunun etkisi üzerimden gitmemişken kitabı okuduğumda, oyunun derinliğini daha iyi anlayabildim.
1952 yılında yazılan ve ilk kez 1953 yılında Paris’te sahnelenen oyun, Samuel Beckett’in de en ünlü eseri. Varoluşun tekinsizliğini hissettiren “Godot’yu Beklerken” hâlâ pek çok kuramcı tarafından yorumlanmaya devam ediyor.
Anna Karenina
Lev Tolstoy
Açılışı Fransız bir yazarla yapınca kapanışı da Rus edebiyatıyla yapmalı. “Anna Karenina”yı ölümsüz yapan evli ve çocuklu bir kadın olmasına rağmen âşık olduğu adam için tüm toplumsal değerlerin karşısında durmaya cüret edebilmesi, yaşamı pahasına kendini, kadınlığını savunmaya çalışması mı acaba?
Sadece ana karakterlerin okuyucuyu hayatlarının bir parçası yapan derinliği değil, çevrelerindeki yan karakterlerin de çeşitliliğiyle Tolstoy okuyarak zenginleştiğinizi hissediyorsunuz.