Aile ilişkilerimiz dünyaya olan bağışıklığımızı belirler. İyi ilişkiler dayanıklılığımızı ve esnekliğimizi artırır.
“Ne kadar şanslısın” diyordu geçen gün yan masamda konuşmalarına kulak misafiri olduğum kadın. “Ailemden hiç destek görmedim. Babam üniversiteye gitmemi bile istemiyordu. Annem de ona karşı gelemiyordu. Zorla ikna ettim onları. Kimsenin yönlendirmesi olmadan başka bir şehre okumaya gittim. Ne maddi ne manevi hiç destek görmedim. Seninkisi gibi bir ailem olsaydı belki hayatım başka olurdu.” Sonra kariyerinde neler yaptığını anlatmaya devam etti.
İlk defa tanık olmuyorum bu gibi cümlelere, eminim siz de. Ortak kaderimiz: ailemizi seçemiyoruz ve çoğu zaman da ailemizden memnun olamıyoruz. Aile bir kavram olarak da sosyal bilimlerde çok tartışılıyor ve her birimizde farklı duygusal ve zihinsel çağrışımlar yaratıyor. Ancak içinde bulunduğumuz toplumsal düzenin bu çekirdeğinde yoğruluyor, şekilleniyor ve dışarıya açılıyoruz. İlişki kurmayı ilk burada öğreniyoruz.
Bu konu üzerinde uzun süredir çalışan, düşünen, mücadele eden, farklı alanlarda çalışan kişiler olmamıza rağmen, paylaşımlarımız sırasında kendimizi stereotip ve bariyer tuzaklarına düşmekten alıkoyamadığımızı fark ettik.
İçine doğduğumuz toplumun temel yargılarını, simgelerini, ailemizin bilinçli ve örtük tutumlarını küçük yaşta içselleştirmeye başladığımız için, stereotipler üzerine eleştirel düşünüp sorgulamadığımızda, otomatik olarak o stereotipi uyguluyoruz. Hazır olan bilgiyi kabul etmeye çok alışmışız.
Çevremizdeki kişilerin rollerine göre hangi davranışları göstermeleri gerektiğini, ne gibi sorumluluklar, beceriler edinmeleri gerektiğini, hangi renkleri, şekilleri seçmeleri gerektiğini, hatta ne düşünüp ne hissetmeleri gerektiğini bile bu kalıp yargılarla biçimlendirmeye çalışıyoruz.
Oysa çevremizde neler olduğunu daha iyi anlamanın en iyi yolu, geri çekilip uzaktan bakmak. Her gün karşılaştığımız sahneler içerisinde öne çıkan yorum ve davranışlar önyargılarla mı yoksa özgünlükle mi yapılıyor? 24 saat içinde ne kadar fazla kalıpla karşı karşıya kalıyoruz farkında bile olmadan.
Hangi şartlarda olursa olsun, başka bir ailede doğmuş olmayı pek çoğumuz hayal etmiştir.
Dünyaya adapte olabilmek için özümüzde her birimiz güçlü ilişkiler geliştirmek, iyi geçinmek, duygusal ve samimi yakınlık kurmak, destek almak ve güven duymak isteriz.
Yakın olduğumuz kişiden özenli davranışlar bekleriz. Belki de en çok sevdiğimiz kişilerle ilgilendiğimiz için… Bakışında, dokunuşunda, sözlerinde değerli oluşumuzu ararız. Bazen zaten biliriz, bazen sorgularız, bazen ikna olamayız. İhmal edilme duygusu kırgınlık duymamıza neden olur. Öfke, küslük, kırgınlık gibi duygular bağışıklık sistemimizi bozar. Dünyaya olan bağışıklığımız zarar görür. İlişkilerdeki olumsuz sonuçları diğerine mal ederiz. Beklentilerimiz uyumlanmamızı engeller. Kaynaklarımızı kullanma becerimiz, dayanıklılığımız ve esnekliğimiz oranında bağlarımızı çekiştiririz ya da yeniden kurgularız.
Karşılıklı anlama çabasının olması ikili ilişkilerimizden dünyayla ilişkilerimize kadar her adımda bakışımızı etkiler. O yüzden içine doğduğumuz, evrilip çevrildiğimiz, bizim de evirip çevirdiğimiz aile ilişkileriyle ilgili yeniden düşünmek, bağlarımızın esnekliğini kontrol etmek, hayatımızdaki ağırlıklarını tartmak ve kanıksadığımız şeyleri sorgulamak istedik. İyi oluş haliniz bulunduğunuz ortama yayılır.
İyi şeylerin beslenmesine izin verirseniz, onlar da sizi beslemeye başlar.
Ne olursa olsun bazen en yakınlarımız dayanıklılığımızı artırır, sınırlarımızı nereye kadar zorlayabileceğimizi gösterir bize. Zorla evimizden çıkıp sonunda dünyayı yuva yaparız kendimize.
Eylül 2018, Psychologies Dergisi