“Benim sorunum değil” diyebildiğimiz durumları insanlığımızın bir sorunu olarak görebilmemiz mümkün değil mi?
Her gün yeni bilgilere uyanıyoruz. Asırlardır gelen bilgi külliyatı kendini katlayarak artıyor. Bu yoğunluğa rağmen güvendiğimiz birinden duyduğumuz sözleri, çok da tanımadığımız biriyle ilgili hızla oluşturduğumuz ilk izlenimleri, her yerde işimize yarayacağını düşündüğümüz bilgileri fazla sorgulamadan kabul edebiliyoruz. Hayatımızda kullanabileceğimiz ve kullanmayacağımız bilgileri hızla ayırmamız gerekiyor birbirinden. O yüzden kendimize ait olmayan sesleri kestirmeden kendi düşüncemiz yapabiliyoruz. Mesela babamızdan, dayımızdan, komşumuzdan, televizyondan duyduğumuz bir sözü tekrarlıyoruz bir konuda fikir vermemiz gerektiğinde; “Feminizm erkek düşmanlığıdır”, “Çocuğu varsa işe uyum sağlayamaz”, “Evrimsel olarak farklıyız”…
İşimizi kolaylaştırıyormuş gibi görünen bu kalıplar günün sonunda bizi zincirliyor. Oysa o kalıpların dışında, anlamadığımız pek çok şeyi daha iyi anlamamızı sağlayabilecek bilgiler ve bilgileri anladıkça artacak bir içgörümüz var.
“Benim sorunum değil” diyebildiğimiz durumları insanlığımızın bir sorunu olarak görebilmemiz mümkün değil mi? İçini öznel bilgimizle dolduramadığımız kavramlar eninde sonunda korku ve öfkeye neden olur. “Üstünlüğü” sahip olduğu bilgide değil de sarf ettiği sözcüklerin şiddetinde gören herkes, zamanla duygularından kopmaya başlar. Özsaygının, sevginin ve empatinin gücünü yitirir. İnsanlıkla kurduğu bağlar zayıflar. Karşısındakine açılan kapılar kapanır.
Kendimizle hiç ilgisi olmadığını düşündüğümüz ve sadece tartışmaları geçiştirmek için sarf ettiğimiz sözcükler iç dünyamızla aramızda mesafeler yaratıyor.
Sağdan soldan duyduğumuz sözlerle ilerleyemeyiz. Yüzeysellikle çözümleyemeyeceğimiz ve kayıtsız kalamayacağımız konular var. Öyle görünmese de medeniyeti ilgilendiren temel sorunlar otoritelere bırakılamayacak kadar kişisel. Her birimiz kendimize dönüp insanı insan yapan ortak değerlerle ilgili eksiklerimizi su yüzüne çıkarmalıyız. Şiddet, eşitsizlik, önyargılar üzerinde derinlemesine araştırmak, düşünmek, tartışmak gerekiyor. “Kendi doğrumuz” başkalarının dudaklarından çıkıp içselleşmesin.
Her birey kendi sözcüklerini bulmanın sorumluluğunu almalı.
Gerçek ilişkiler kurmanın yolu da aslında kendi gerçekliğini bulmak ve ortaya koymakla başlıyor. Kendi duygularımızın gerçeğini kabul edip başkalarını suçlamadan ve başkalarına atıfta bulunmadan karanlık taraflarımızı tanımalıyız. Kim, kim olduğunu gerçekten bilebilir? İnsanın kendi için de bir çaba harcamasını gerektiriyor bu. Kendini keşfetme, inşa etme, yenileme ve koruma duyarlılığımızı kaybetmemenin yolu, yaratıcılığımız ve özgünlüğümüz için kalıplara karşı savaşmaktan geçiyor. Hem de her gün.
Yakın zamanda kaybettiğimiz sevgili hocamız, değerli biliminsanı, yazar Prof. Dr. Engin Geçtan’ın “İnsan Olmak” kitabında yol gösterdiği gibi: “Kendini yaşamak isteyen insan, süreci toplumdan değil, kendisinden başlatır.”
Mart 2018, Psychologies Dergisi