İsteyip de değiştiremediğimiz alışkanlıklarımızın gelecekte pişmanlıklarımız olmaması için adımlar atmaya bugün başlayalım.
Genç kız metrodan inerken onu görmezden gelip omuz atan adama içinden söylenerek yürümeye devam etti.
Genç çocuk sürekli ondan bir şey istemek için arayan arkadaşına yine “Hayır” diyemediği için hayıflanarak telefonu kapattı.
Eve girer girmez televizyonun karşısına geçen kocasına bakıp gözlerini devirdi kadın.
Adam kafasında döndürüp durduğu düşüncelerle meşguldü. Yıllardır işinden şikâyet ediyordu. Kafasındaki kavgalardan birini daha kazanmıştı ama çatık kaşları yumuşamamıştı.
Küçüklüğünden beri yazar olmak isteyen yaşlı kadın kimseye göstermeden yazdığı hikâyeleri çekmecesine kilitleyip yemek yapmak üzere mutfağa doğru yöneldi.
Hep beraber “Böyle gelmiş böyle gider dercesine” omuzlarını silktiler.
Sürekli tekrarladığımız her şey, bir süre sonra alıştığımız ve değiştirilemez sandığımız bir şeye dönüşmeye başlıyor.
Bildiğimiz senaryolardan bazıları bunlar. Sevmediğimizi söyleye söyleye, mutlu olmadığımızı anlata anlata alıştığımız o şeyi yapmaya ya da yapmamaya devam edebiliyoruz. Yapılan araştırmalar günlük hayattaki sohbetlerimizde en çok bahsettiğimiz konulardan birinin pişmanlıklarımız olduğunu söylüyor. Peki, neden bir kamuflaj giyer gibi sık sık değişim istediğimizden bahsediyor, yine de adım atamıyoruz. Çünkü en basit haliyle tanıyıp bildiğimiz şeyler, bilmediğimiz şeylerden daha tatlı geliyor. Her şey hızla değişse bile ruhumuzun uzaklaşmasından korkar gibi içimize çapalar atabiliyoruz.
Tanıyıp bildiğimiz şeyler, bilmediğimiz şeylerden daha tatlı geliyor.
Her birimiz ne kadar yetişkin görünsek de söz konusu yeni bir şey denemek olduğunda birçoğumuz bebek adımlarına geri dönüyoruz. Değişimin zor olduğunu biliyoruz. Ama her birimiz değişime açığız. İhtiyacımız olan ateş, su, toprak, hava… Yeni bir fikir, aradığımız bir duygu, yaşattığımız bir umut, bize uzanan bir el…
Aralık 2017, Psychologies Dergisi